Yazılarım

Çocuğum Tırnak Yiyor, Ne Yapmalıyım?

Tırnak ya da tırnak etini koparma davranışı genellikle- yaşlarında başlamaktadır. Çocukların üçte birinde, ergenlerin yaklaşık yarısında görülmektedir. Çoğu zaman ergenlik döneminin tamamlanmasıyla bu alışkanlık da terk edilir.  Evde tırnak yiyen birinin varlığı, sürekli eleştiri alan çocuk olmak, kardeş varlığı, aile içi huzursuzluk, yeterli ilgi ve sevgi görememe gibi nedenler sebep olabilmektedir.

Çocuğun bu davranışı görmezlikten gelinmeli, dikkati farklı yöne çekilmelidir.

Korku kaygı yaratan ortamlardan uzak tutmak, şiddet içerikli film ve oyunlardan kaçınmak gereklidir.

Özellikle bu davranışın altında yatan sebeplerin neler olabileceği bulunarak, çözüm yoluna gidilmelidir.

Çocuğun kil, kum, su, hamur, çamur gibi gerginliği ortadan kaldırıcı ve rahatlatıcı malzemelerle oynamasına ortam oluşturmalıdır.

Çocuğun tırnak yeme hareketini her tekrarlaması sırasında yapabileceği alternatif bir davranış bulunabilir.

SONBAHAR DEPRESYONU NEDİR?

Sonbahar aylarında havaların serinlemesiyle birlikte, güneşi daha az görmek, tatilin bitmesiyle okulların başlaması ve sorumlulukların artması ruh sağlığımızı süratle etkilemektedir.  Azalmakta olan gün ışığı ve kapalı mekanlara geri dönüş, mutluluk hormonu olarak bilinen serotonin salgısında azalmaya ve beynin kimyasında değişmeye ve depresyona neden olmaktadır. Özellikle endişeli, karamsar kişilik özelliklerine sahip insanlar bu dönemde depresyon riski taşırlar.

Gün ışığından faydalanmak için bolca dışarıda zaman geçirilmeli,

Sağlıklı beslenmeye dikkat ederek özellikle karbonhidrattan uzak durulmalı,

İsteksizliği azaltmak için sık mola vererek çalışılmalı ve keyifli aktiviteler planlanmalı

Düzenli, tempolu yürüyüşler yapılmalı.

Cinsel Sorunların Sebebi Nedir?

Yaklaşık her 3 kişiden biri hayatının bir döneminde bir cinsel işlev bozukluğu yaşıyor. Yanlış inançlar (mitler), cinsel bilgilenmede yetersizlik, bazı hastalık ve ilaçlar, sigara alkol gibi alışkanlıklar cinsel işlev bozukluklarına neden olabilmektedir. Başta depresyon olmak üzere ruhsal hastalıklar da cinsel işlev bozukluklarının önemli nedenlerini oluşturur.

CETAD tarafından yapılan bir araştırmada toplumsal bakışın ve geleneklerin cinsel sorunların önemli bir kaynağı olduğunu ortaya konuyor. Araştırmada %62 eğitimsizlik ve bilgisizlik en sık neden. Önyargılar, toplumsal adetler, ananeler ve stres toplumun cinselliğe yaklaşımın önemli ölçüde etkiliyor.     Bizim gibi doğu kültürüne yakın toplumlarda oranlar gittikçe artıyor.

İntihar etmek isteyen hastalara nasil yaklasilmali

İNTİHAR

İnsanoğlu var olduğundan beri bilinen yaşam hakkından vazgeçme yani intihar son günlerde sıkça medyada yer alması nedeniyle üzerinde durulması, nedenlerinin ortaya konması ve çözümcül yaklaşımlar benimsenmesi açısından irdelenmesi gereken bir olgudur. Bireysel bir sorun gibi görünmekle birlikte, toplumda karşılığı olan, yanlış örnek teşkil edebilecek, sonraki nesillere de aktardığı duygusal yük nedeniyle aslında çok önemli bir halk sağlığı sorunudur.

Her yıl dünyada 800 binden fazla kişi intihar sonucu yaşamını yitirmektedir. Tüm dünyada ölüm nedenleri arasında ilk 10 sırada yer almaktadır. 15-24 yaş arasında ölüm nedenlerinde ise 3. sırada yer alır. Ama hemen her yaşta insanın çeşitli nedenlerle intiharla yaşamına son verdiğini görmekteyiz. Nedenleri her insan için farklı olmakla birlikte daha ruhsal bozukluğu olan bireyleri kapsadığına inanırız. Oysa ki psikiyatrik bir tanısı olmayan kişilerin de özellikle gençlerin düzelebilecek, çözüm üretilebilecek durumlarda da kendilerini çıkmazda hissedip ölümü bir çıkış noktası olarak gördüğü ve yaşamına son verdiklerini biliyoruz.  Başarı beklentisi, aile baskısı, intiharı yücelten oyun/film/müzikler, bizim ülkemizde hala çok etkin bir şekilde devam eden töre gençlerin sağlıklı bireyler iken ölüme gidişlerini arttırıyor. Gençlerin intiharında arkadaşlarınca dışlanma, örselenme, fiziksel ya da cinsel istismar, prestij kaybı, aile içi huzursuzluklar daha ön planda. Elbette her bir nedene maruz kalan kişi intihar etmiyor, yaşama duygusunun körelmesine neden olan içe kapanıklık, özgüven eksikliği, sosyal ilişkilerde yetersizlik, kırılganlık intihara sürükleyen nedenlerle baş edememek, engellenmeye tahammülü düşük olmak, stresle başa çıkamamak intiharı bir yol haline getiriyor. Bazen de daha acı bir biçimde gençlerin anne/babayı/sevgiliyi cezalandırmak ya da kıymetlerinin anlaşılması sağlamak amacıyla aslında gerçek bir ölümü istemeyip ‘intihara kalkışma’ sürecinde girişimin istenmeden ölümle sonuçlandığını görüyoruz.

Ruhsal hastalıklar arasında ise en yaygın duygu durum bozuklukları (bipolar bozukluk, depresyon), madde kullanımı, psikotik bozukluklar ve boşluk ve çaresizlik duygusunun baskın olduğu kişilik yapılanmalarında intihar eğilimi görmekteyiz.  Ruhsal hastalıklarda bir tedavi sürecinde intihar eğilimi daha kolay saptanabilirken böyle bir yardım almanın toplumdaki damgalayıcı etkisiyle hekime başvurmayan kişiler de bazı işaretlerini fark etmemiz mümkün. İntihar eden kişinin en az 1 kez bu düşüncesini biriyle paylaştığını, öncesinde davranışlarında olağanın dışında bir farklılık olduğunu (belirgin içe kapanma gibi), sözlerinde yaşama dair umutsuzluk, yaşamın anlamsızlığını dile getirdiğini, zevk aldığı etkinliklere ilgisini kaybettiğini görmekteyiz.

Kimler risk altındadır?

Ruhsal hastalığı olanlar (6-10 kat daha yüksek risk), sorunlu bireylerin olduğu ailede büyüyenler, çatışmaların olduğu evliliklerde, ebeveynlerden birinin mahkum olduğu aile bireyler, eş kaybı yaşayanlar, ciddi mevki ve ya itibar kaybı yaşayanlar, işsiz kalanlar (3 kat daha fazla) ve kronik hastalıkla mücadele edenler, model olabilecek bir tanıdığın intiharına şahit olanlar, medya da farkında olunmadan özendirici yada son çare gibi sunulan haberlere şahit olanlar daha fazla risk altındadır.

 

Neler yapılabilir?

Öncelikli hedefimiz risk sayılabilecek durumlarda bireyin ve ailenin farkındalığını sağlamaktır. Çocuk ve gençlerimizi çözümsüzlük ve umutsuzluk girdabından korumak adına anne babaların evlatlarını etkin bir şekilde dinlemelerini, sorunlarına yargılamadan yaklaşmalarını, problemlerden öncesinde haberdar olabilmek adına düşüncelerini söyleyebilme ortamı sağlamalarını, aşılması güç hiyerarşik baskı oluşturmamalarını, kapasitelerin üzerinde onlar adına hedef koymamalarını, sorun çözme becerilerini geliştirmelerine izin verecek şekilde sorumluluk vermelerini ve herhangi bir sıkıntı fark ettiklerinde bir uzmana danışmalarını  önermekteyiz.

Erişkin bireylerin kendilerini umutsuz, çaresiz hissettiği durumlarda tüm önyargılardan sıyrılarak bir ruh sağlığı profesyonelinden destek alabileceğini, bunun bir damgalanma yaratmayacağını, insanın var olduğu sürece her sıkıntının bir çözümü olabileceği inancını hissetmelerini sağlayacak toplum ruh sağlığı bilincini güçlendirecek sağlık politikaları üretmeliyiz.  Aynı şekilde medyanın insan davranışları üzerindeki etkisi gözetilerek verilen intihar haberlerinin bir çözüm olarak gösterilmemesi, özendirici, onurlu ve cesur bir davranış gibi sunulmaması, yöntemle ilgili detaylı bilgi verilmemesi, çözüm yolları arayanlar için bilgilendirici ve yardım kuruluşlarına yönlendirici içerik taşımalarına özen gösterilmelidir.

Neden, sonuç ve çözüm önerileri açısından bir bütün olarak değerlendirildiğinde, intiharın bir halk sağlığı sorunu olduğunu kabul etmek ve hem bireysel hem de toplumsal olarak bilinçlenmek ve intihar eğilimi olan bireylere her kesimce yardımcı olunma ihtiyacı açıktır. En önemli ihtiyacımız yüksek benlik algısı olan ve umutlu bireyler yetiştirebilmektir.

 

YEME BOZUKLUKLARI

ANOREKSİYA NERVOSA

Anoreksiya ‘yemek yememe’ rahatsızlığının tıpta kullanılan adıdır. Kişilerde yoğun bir kilo alma korkusu ile yemek miktarlarında aşırı kısıtlamalar ve ileri düzeyde ciddi zayıflamalar görülür. Sadece bedeni değil ruh sağılığı da bu hastalıkta önemli ölçüde etkilenir. Diyetle başlayan zayıflama süreci kontrolden çıkarak ne kadar zayıflanırsa zayıflansın, beden imajındaki bozulma nedeniyle kendini kilolu görmeye devam eder. Sürekli yediği gıdaların kalorileri hesaplanır, diyet ve kilo düşüncelerinden bir türlü uzaklaşılamaz. Aslında anoreksiyalı kişiler normal kiloda yada daha zayıftırlar. Ama bunu görmezler ve söylendiğinde inanmazlar. Çoğunlukla bunun bir sorun olduğunu kabul etmezler ve kendilerinin böyle bir sorunu olduğunu ret ederler. Kilo almaktan korkup, normal kiloda kalmayı kabul etmezler. Tüm yaşamlarını kiloya ve kilo vermeye odaklarlar. Saplantı düzeyinde diyet ve kilo takıntıları vardır. Yiyecek miktarını çok çok azaltmışlardır, yüklenme şeklinde egzersiz yaparak, kilo almamak adına kusma, bağırsak çalıştırıcı ilaçlar ve içeriği bilinmeyen zayıflama hapı gibi yabancı madde kullanırlar.

  1. yüzyıldan beri yeme bozukluğu olarak tanımlanmakla birlikte tarihçesi oldukça dikkat çekicidir. Eski doğu kültürleri ve Hıristiyanlığın erken dönemlerinde görülen hedonizm ve çilecilik insanların kendini açlığa bırakmasına yol açtı. Ve hemen her dinde yememe ya da kısıtlı yeme yaratıcı ile kulu arasında şükür ve ödül mekanizmalarının ana unsurlarından biri olmuştur. İnanç ve kültürel davranışların yeme bozukluklarında önemli bir etkisi olduğu düşüncesi uzun zamandır kabul görmektedir. Özellikle batı toplumunda idealize edilen ince ve uzun beden tipinin anoreksiya gelişiminde önemli bir etkisi olduğu düşünülmektedir. Bir diğer görüşte feminist ve kültürel yaklaşımlar birleştirilerek ‘iki dünya varsayımı’ ortaya atılmıştır (Katzman ve Lee). Buna göre yeme reddi, bireyin içinde bulunduğu geçiş döneminin güçlükleri ile başa çıkma mekanizmasını ifade eder. Kişi yaşam biçiminde, sosyal ve politik görüşünde ya da ülkesinden koparak yeni dünyasındaki ülkeye, sosyo ekonomik duruma ya da kültüre uyma çabası olarak fiziksel kendiliğini mükemmele ulaştırma çabası olarak yemeyi rededer.

Ailesinde yeme bozukluğu, depresyon, alkol ve madde kötüye kullanımı olanlar, biyolojik olarak erken adet gören ve hafif kilolu olanlar, meslek olarak bedeni sürekli kontrol altında tutması gerekenler (sporcular, mankenler…), ruhsal olarak yoğun stres altında olanlar (boşanma veya ayrılık süreci, yas vb.), sürekli kaygılı bir kişiliğe sahip olanlar ve tabii ki mükemmeliyetçiler anoreksiyaya (yeme bozukluklarına) daha meyilli kişilerdir. Genelleştirme her zaman geçerli olmamakla birlikte anoreksiyalı kişilerde; özgüven azlığı, duygularını ifade etmede güçlük, stresle başa çıkma zorluğu, sürekli etrafındakileri memnun etme ihtiyacı, kusursuz olma beklentisi, aileden ayrılamama, ailenin yüksek hedef ve depresyon gibi psikiyatrik hastalılar, agresif yada yaşına uygun olmayan davranış paterni, sosyal içe çekilme ve takıntı bozuklukları (Obsesif kompulsif bozukluk) gibi ruhsal değişiklikler sıklıkla eşlik eder. Aşırı kilo kaybına ve beslenme bozukluklarına bağlı olarak adet düzensizliği, ishal gibi sindirim sistemi bozuklukları, cilt, saç ve tırnaklarda bozulma gibi nispeten hafif bedensel belirtiler ile ileri evrede hayati tehlike bile görülebilir.

Tanı konulmasında yaşa ve boya göre beklenen beden ağırlığının altında olmak (daha üstünde bir kiloyu kabul etmeme), kilo almaktan aşırı şekilde korkma ve adet görmeme temel belirtilerdir. Beden algısındaki bozulma, kişilerin zayıf olduklarını kabul etmeme ile bedenlerinin bazı bölgelerinin büyük/geniş olduğuna inanma arasında değişir. Hastalığın ciddiyetini inkar etme çoğu hastada önemli bir bulgu olup, kilo vermeyi sürdürmek ya da kilo almayı önlemeye yönelik aşırı yavaş yemek, çok az yemek, aşırı egzersiz yapmak gibi davranışlar geliştirebilirler.

Anoreksiya nervozanın yol açtığı fiziksel sonuçlar

İskelet sistemi Yaygın kemik ve kas ağrısı, iskelet gelişiminin durması
Kalp/dolaşım sistemi Çarpıntı, düzensiz zayıf nabız, tansiyon düşüklüğü, nefes darlığı
Hormonal sistem Adet görmeme, Seksüel gelişinin durması, cinsel isteksizlik
Cilt Saçlarda dökülme, kırılma, akne, kötü cılız tüylenme, tırnak yapısında bozulma
Sindirim sistemi Kusma, karın ağrısı, şişkinlik, kabızlık, ishal
Sinir sistemi Konsantrasyon güçlüğü, şaşkınlık hali, depresyon, çabuk öfkelenme
Diğer Güçsüzlük, yorgunluk, parmak uçlarında soğukluk, kan pıhtılaşmasında anormallikler, dişeti sorunları, çabuk üşüme…

 

 

 

BULİMİYA NERVOZA

Bulimiya, tıkınırcasına yeme nöbetlerini takiben sıklıkla kusma ya da laksatif kullanımı gibi kilo almaya engel davranışlarla seyreden bir hastalıktır. Anoreksiyalılardan en önemli farkları genellikle normal kilolu ya da kilolu olabilmeleridir. Ancak çok zayıf değildirler. Tanı için vücut ağırlığı ölçüt değildir. Tıkınırcasına yemek ve çıkarma/arınma davranışı ile kilo alma korkusu yeterlidir.

Tıkınırcasına yemek; aşırı miktarda yiyeceğin, çok kısa sürede tüketilmesidir. Çoğunlukla kolay sindirilen yüksek kalorili gıdalar tercih edilir. Sağlıklı ve doğru olmadığının farkındadırlar ancak engelleyemezler. Tıkınırcasına yeme atağı her gün de olabilir, ayda birkaç kez de. Ve yaklaşık olarak 1 saat sürer.  Yemek yeme sırasındaki kontrol kaybı bir anda kendiliğinden başlayabileceği gibi hastaların gizleyebilecekleri zaman ve mekan planlamasıyla da başlayabilir.

Yeme ataklarını başlatan şey çoğu zaman açlık değil, kaygılı yaratan bir durum ya da depresyondur. Hastalar yemek yedikleri esnada bu ruh halinden kurtulmakta ancak sonrasında üzerine bir de suçluluk duygusu ve pişmanlığın eklendiği olumsuz bir duygulanıma sahip olmaktadırlar. Yeme atağı açlıkla başlamadığı gibi toklukla da bitmez. Yemeğin tükenmesi, bulantı hissi, karında rahatsızlık nedeniyle yemek sonlanır. Suçluluk duygusu ve rahatsızlık hissi beraberinde arınma/kurtulma ihtiyacını da beraber getirir. En sık kullanılan arınma yöntemi (hastaların %85-90’ı) kusmadır. Kusma başlangıçta provakatif bir uyarıyla sağlanırken, ilerleyen dönemde herhangi bir mekanik ya da kimyasal uyarıya gerek kalmaksızın isteyerek kusabilirler. Yaklaşık üçte birinde laksatif kötüye kullanımı da vardır.

Bulimia nervozanın yol açtığı fiziksel sonuçlar

İskelet sistemi Yaygın kemik ve kas ağrısı, boy kısalığı
Dolaşım sistemi Güçsüzlük, çarpıntı
Üreme sistemi Doğurganlıkta azalma
Cilt El sırtında yaralar, peteşiler
Sindirim sistemi Mide yanması, reflü, kanama, tükrük bezlerinde büyüme
Sinir sistemi Konsantrasyon güçlüğü, şaşkınlık hali, depresyon, çabuk öfkelenme
Diğer İş çürümesi, boyunda şişlik,  güçsüzlük, yorgunluk,

 

YEME BOZUKLUKLARINDA SÜREÇ

Anoreksiya hastalarının %40’ında tam, %30’unda orta düzeyde iyileşme gözlenirken %20 sinde kötü sonlanım vardır. Hastalık erken yaşlarda başladığında hızla tanı konup tedavi başlandığında tam iyileşme oranı %70 lere varmaktadır. Bulimiya nervosa sık iyileşme ve sık hastalık nüksleriyle gider. Uzun dönem tedavi başarı oranları değişmekle birlikte anoreksiyaya göre daha iyidir. Beden ağırlığı ve şekli ile aşırı uğraşların olması ve çocukluk dönemi obezite öyküsünün olması kötü sonlanım ile ilişkilidir.

Uzun süredir devam eden yeme bozukluklarında kan ve biyokimyasal bozukluklar, vitamin yetersizlikleri, kemik mineral yoğunluğunda azalma, hormonal anormallikler eşlik eder. Bu nedenle tüm yeme bozuklukları detaylı tetkik edilmeli, ortaya çıkan sorunla ilgili branşlarla ortak tedavi yürütülmelidir. Önemli ölçüde kilo kaybı var ise (BMI≤ 13) hastaneye yatış düşünülmelidir.

Bireysel psikoterapiler, belirli durumlarda aile terapileri ve ilaç desteğiyle (SSRI) hastanın durumuna göre bazen ayrı ayrı bazen bir arada tedavi düzenlenir.

 

BİPOLAR BOZUKLUK

Bipolar bozukluk, iki uçlu bozukluk ya da manik-depresif hastalık olarak ta bilinen, mani ve depresyon dönemleriyle karakterize bir ruhsal bozukluktur. Mani ve depresyon birbirine zıt alevlenme ve yatışma dönemleridir. Mani dönemi, kişinin aşırı ve abartılı coşku yaşadığı, enerjik hissettiği, uyku ihtiyacının azaldığı, kendisini olduğundan daha iyi, önemli, güçlü hissettiği ve duygu durumunun çok yükseldiği bir dönemdir. Depresyon ise değersizlik, mutsuzluk, karamsarlık, zevk alamamanın hakim olduğu, zaman zaman ölüm düşüncelerinin eşlik edebildiği çökkünlük dönemidir.  Hastalık dönemleri dışında kişi neredeyse tama yakın normale döner.  Bazı hastalarda ise yaşamı kısmen etkileyen belirtiler görülebilir.

Farklı toplumlarda değişmekle birlikte ortalama olarak  % 1,5 sıklığında görülmektedir. Birinci derece yakınlarında bipolar bozukluğu bulunanlarda topluma göre 7 kat daha fazla görülmektedir.  Başlangıç yaşı genellikle 20-30’dur.  Bipolar hastaların büyük çoğunluğu ilk ataklarını geç ergenlik dönemlerinde yaşarlar. Başlangıç yaşının saptanması her zaman mümkün değildir. Özellikle ilk belirtiler depresif dönemse, fark edilip tedavi başvurusu yapılıncaya kadar geçen dönem arası uzundur.

Kadın ve erkeklerde benzer sıklıkta görülür.  Kadınlarda hızlı döngülülük (yılda 4 veya daha fazla atak) ve beraberinde yeme bozuklukları sıklıkla eşlik ederken, erkeklerde hastalığın manik dönemle başlaması ve beraberinde alkol kötüye kullanımı/bağımlılığı ve davranış sorunları sıklıkla izlenmektedir. Kadınlar doğum sonrası ilk 4 hafta hastalığın alevlenmesi açısından risk altındadırlar. Çocukluk çağı bipolar bozukluk hastalarında %40-90 oranında Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB), karşıt olma- karşıt gelme bozukluğu, davranım bozukluğu ve madde kullanım bozukluklarının da eşlik ettiği izlenmektedir.

BELİRTİLER

Mani döneminde;

En az 1 hafta süreyle yükselmiş olağan dışı duygu durumu klinik tablaya hakimdir.

Sıklıkla dini, politik, ekonomik, cinsel ya da kötülük görme ile ilgili yoğun düşünce uğraşları vardır.

Kişi, çok konuşkan,  aşırı hareketli ve coşkuludur.

Renkli giyim ve aşırı makyaj yapabilir. İhtiyaç dışı alışveriş/para harcama yapabilir.

Garip davranışları olabilir. Tanımadığı insanlarla kolay iletişim kurar, samimi olur ancak ilişki yüzeyseldir.  Uygunsuz el kol hareketleri, şakalar yapabilir.

Düşünce akışı hızlıdır yani hızlı düşünür, konuşurken konudan konuya atlar, fikir uçuşmaları yaşar.

Özgüveni yüksektir, kendince üstün yeteneklidir, birçok insandan büyüklenmecidir.

Bulaşıcı bir neşesi vardır, çoğu zaman karşısında ki insanda gülümsemeye neden olacak davranış ve konuşmaları olur. Ama bazen de neşenin yerini öfke alabilir.

Uyku azalır, kilo kaybı yaşar, enerjik davranışları nedeniyle bir süre sonra bitkin düşer.

Mesleki ve toplumsal işlevselliği azalır.

 

Depresyon döneminde;

Duygu durumuna mutsuzluk, karamsarlık, umutsuzluk hakimdir.

Değersizlik düşünceleri, suçluluk ve pişmanlık duyarlar.

Eskiden yaptığı iş ve etkinliklerden keyif alamama, yapmak istememe ortaya çıkar.

Uykusuzluk, iştahsızlık, kilo kaybı, cinsel istekte azalma vardır.

Ölüm ve intihar düşünceleri eşlik edebilir.

Depresyon belirtileri bazen tipik klinik tablonun terine seyreder.  Çok uyuma (hipersomnia), hiperfaji (aşırı yemek yeme) görülebilir.

 

Karma (mikst) dönemde;

Tam bir mani tablosunun yanı sıra depresyonun en az üç belirtisinin birlikte görülmesidir. Kabarmış ve taşkın duygu durumu, irritabilite, kızgınlık, anksiyete, çökkünlük, duygu durumunda oynaklık, çok konuşma,ajitasyon, uykusuzluk ve büyüklenmecilik ile karakterizedir.  Kadınlarda daha sık görülür ve intihar riski daha yüksektir.

 

HASTALIK SÜRECİ VE SONLANIM

Bipolar bozukluk çoğunlukla depresif dönemle başlar. Hastaların %90’ında ilk manik atak sonrasında hastalık dönemleri (epizod)  tekrarlamaktadır. Kişi yaşlandıkça hastalık dönemleri arasındaki süre kısalma eğilimindedir. Hastaların büyük bir kısmı hastalık dönemleri arasında işlevsellik düzeylerine tam olarak geri dönebilirken, kimi de kişiler arası ve mesleki zorluklar yaşamaya devam ederler.

Hızlı döngülü hastalık dönemleri, hastalık öncesi düşük işlevsellik, madde ve alkol kullanım bozukluğu öyküsü, hastalık sırasında uyumsuz psikotik belirtiler yaşamak kötü gidiş ile ilişkilidir. Topluma göre intihar riski 15 kat daha fazladır ve genellikle depresyon döneminde olur.

DİĞER RUHSAL BOZUKLUKLAR VE TIBBİ HASTALIKLARLA BİRLİKTELİK

Bipolar bozukluğu olan hastaların %50-70’inde başka bir ruhsal hastalık da eşlik eder. En sık olarak ‘Kaygı Bozuklukları’ (anksiyete) daha sonra madde ve alkol kötüye kullanım/ bağımlılığı eşlik eder. Eşlik eden ruhsal hastalıklar varlığında hastalığın gidişinin daha kötü, mesleki işlevlerde yetersizliğin daha belirgin olduğu, hastalık dönemlerinin daha ağır geçeceği öngörülür.

Bipolar bozukluğa %28 Migren, %58 aşırı kilo, %10 tip II diabet ve %10 oranında hipotiroidizm eşlik eder. Tıbbi hastalık ek tanısı kadınlarda daha fazladır.  Obezitenin görülme nedeni bu hastalarda egzersiz yapmama, aşırı karbonhidrat tüketimi, antipsikotik ilaç kullanma ve yeme bozukluklarının eşlik etmesidir.

TEDAVİ

Bipolar bozukluk hastalarında uygun tedavi ile önemli oranda duygudurum dalgalanmaları ve beraberindeki hastalık belirtilerinin iyileşmesi sağlanabilir. Diğer taraftan kişi tedavi almadığında hastalık seyri kötüleşir, ataklar arası dönem kısalır, mani ve depresif dönemler daha ağır seyreder ve hastalık dışı dönemdeki iyilik hali yerini kısmen devam eden belirtilere bırakır. Tedavi ile hastalık şiddeti daha az, yaşam kalitesi yüksek bir hayat sürülebilir.

Tedavi yaklaşımında akut dönemin tedavisi ve tablo yatıştıktan sonra koruyucu tedavi süreci vardır. Akut mani döneminde temel amaçlar, riskli davranışların hızlıca kontrol altına alınması ve belirtilerin yatıştırılmasıdır. Hastanın nerede, nasıl ve ne ile tedavi edileceği kararı verilirken, her hasta için mevcut durum özellikleri tek tek ele alınmalıdır. İlk ataksa, kendisine ve çevresine zarar verici davranışları varsa, ayaktan tedaviye uyum gösteremeyecek durumda ise hastaneye yatırılması düşünülmelidir. Hastalığına karşı iç görüsü varsa, aile desteği yeterli ise ve ilaç uyumu varsa ayaktan tedavisi planlanabilir. Akut mani tablosunda ‘duygudurum düzenleyiciler’, ‘antipsikotikler’ ve ‘benzodiazepinler’  adı verilen ilaçlarla tedavi düzenlenir. Bazı özellikle durumlarda ise Elektrokonvülsif tedavi (EKT) planlanır. Depresyon döneminde antidepresanların yanı sıra duygudurum düzenleyiciler, psikotik bulguların varlığında antipsikotikler ve EKT tercih edilir.

Bipolar bozukluk yineleme riski çok yüksek bir hastalıktır. Hastaların üçte ikisi beş yıl içinde tekrar hastalanır. Ayrıca özkıyım riski, hastalık dönemlerine eşlik eden alkol ve madde kullanım bozuklukları gibi eşzamanlı hastalıkların varlığı ve arası kişiler arası sorunlar yaşayabileceği için koruyucu tedavi gereklidir. Koruyucu tedavide duygudurum düzenleyiciler tercih edilmektedir. Genellikle ikini ataktan sonra koruyucu tedavi başlanmaktadır. Ancak ilk atak hastalık döneminin ağır ve psikotik bulguların varlığı, hastalık dönemi sırasında ağır davranış sorunlarının olması, davranışların yaşamsal ya da psikososyal alanlarda ağır sonuçlar yaratabilecek düzeyde olması, hastanın sosyal açıdan kritik bir dönemde bulunması, ailede hastalık öyküsünün bulunması, yaşam kalitesinin bozulmuş olması ve kendisinin koruyucu tedavi istemesi durumunda ilk hastalık atağından sonra da başlanabilir.

İlaç tedavinsin yanı sıra destekleyici olarak psikososyal girişim teknikleri de uygulanmaktadır. Psikoeğitim, ilaç tedavisine uyumu desteklemek, hastayı ve aileyi eğitmek, ilaç yan etkileri konusunda bilgilendirmek, hastalığı kabullenmekte olan dirençleri anlayıp üstesinden gelmek ve endişeleri gidermek için gereklidir. Yine aile odaklı terapiler, ailenin desteğinin sağlanması ve arttırılması, hastalık hakkında bilinçlendirilerek atakların erken dönemde fark edilmesi, eleştirel ve olumsuz tutumların değiştirilmesi amacıyla uygulanmaktadır. Yine hastalığa yönelik içgörü kazandırılması, kişin günlük aktivitelerinin düzenlenmesi, kişiler arası sorunları en aza indirmeye ve ilaç uyumunu artırmaya yönelik bireysel psikoterapilerden de faydalanılmakdır.

Son olarak, bipolar bozukluk hastaları özellikle mani döneminde yaşanılan canlılığı hastalık lehine yorumlayamazlar. Bu nedenle aile ve arkadaş çevreleri tarafından belirtiler fark edildiğinde hastanın hekime başvurmasının sağlanması gerekmektedir.

 

EREKTİL DİSFONSİYON SERTLEŞME BOZUKLUĞU

EREKTİL DİSFONSİYON (SERTLEŞME GÜÇLÜĞÜ)

 

Sürekli olarak ya da yineleyici bir biçimde, yeterli bir sertleşme sağlayamama ya da cinsel etkinlik bitene dek bunu sürdürememeye sertleşme bozukluğu denir.

Sıklık
Tüm erişkin erkek popülasyonun %10-20’sinde görülmektedir, 40-70 yaşları arasındaki erkeklerde  %52 oranında görülmektedir. Yani sertleşme bozukluğunun görülme oranı  yaşla birlikte artmaktadır.

Aslında erken boşalma sorunu daha fazla görülmesine  rağmen cinsel işlev bozukluğuyla başvurma oranı açısından sertleşme bozukluğu ilk sıradadır. Bunun sebebi de sertleşme bozukluğunun cinsel birleşmeye engel teşkil etmesidir.

Nedenleri
Erektil disfonksiyonun nedenlerini organik ve psikojenik olarak ayırabiliriz.

Sertleşme Bozukluğunun organik nedenleri
Damar hastalıkları en sık nedendir. Damarlarda daralmanın ilk belirtisi sertleşme sorunu olabilir. Bunun dışında diabet, felç, beyin ve spinal tümörler, Multipl Skleroz, Parkinson gibi nörolojik hastalıklar, ilaçlar, alkol, madde kullanımı sertleşme bozukluğuna yol açar.

Eğer ikincil olarak ve ileri yaşlarda ortaya çıkıyorsa organisite şüphesi mutlaka var olmalıdır. Klinisyen bu şüpheyi dışlamadan sorunu psikojenik kökenli bir sorun olarak kabul etmemelidir.

Sertleşme Bozukluğunun psikojenik nedenleri
Psikojenik sertleşme bozukluğunun nedenlerini gelişimsel, etkileşimsel, psikiyatrik olmayan ve psikiyatrik nedenler olarak sınıflayabiliriz.

Sertleşme bozukluğunun gelişmesinde rol oynayan , cinsel bilgi eksikliği, yanlış bilgiler, cinsel mitler, yetiştiriliş biçimi, travmatik cinsel deneyimler, baskıcı aile ortamı, ensesti sayabiliriz.

Çift ilişkisinin dinamikleri, iletişim sorunları, çatışmalar, evlilik dışı ilgi veya ilişki, partnerin cinsel isteksizliği sertleşme bozukluğunun ilişkiyle ilgili nedenleridir.
Yaşam dönemi ve zorlukları, yaşlanma, sağlıkla ilgili kaygılar psikojenik nedenleri arasındadır.

Ayrıca, performans anksiyetesi, depresyon ve anksiyete bozuklukları sertleşme bozukluğunun psikiyatrik nedenleridir.

Tanı
Sertleşme bozukluğunun tanısını koyarken organik, psikojenik ayırımı yapmak gerekir.

Sertleşme sorunu ilk cinsel aktiviteden itibaren mi mevcut, yoksa tetikleyici bir olay var mı sorusu birincil-ikincil ayrımını yapmayı sağlar.

Sertleşme sorunu, yalnızca danışan bireyin partneri ile beraberliği sırasında mı oluşuyor, başka partnerle de oluşuyor mu, mastürbasyonda  sertleşme sorunu oluyor mu soruları durumsal-total ayrımını sağlar.

Uygun zaman, uygun yer, uygun kişi koşullarının varlığında sertleşme sorunu oluyor mu, sertleşme sorunu yavaş yavaş mı yoksa aniden mi ortaya çıkmış, sertleşme sorunu pozisyon değişikliğine bağlı olarak artıp azalıyor mu, sertleşme sorununun ortaya çıkışının hemen öncesinde kullanılan bir ilaç ya da geçirilmiş bir operasyon var mı, sabah sertleşmeleri oluyor mu, yetersiz uyarı , cinsel istek azlığı , orgazm bozuklukları, partnerde cinsel işlev bozukluğu, ilişki sorunları, eş reddi, eşcinsellik, sıklık uyumsuzluğu, fizyolojik değişiklikler (yaşlılık gibi) var mı sorgulanmalıdır.

Sertleşme sorunu birincil bir sorunsa,  total  ise, yani hem cinsel ilişki hem mastürbasyonda ortaya çıkıyorsa, yavaş yavaş ortaya çıkmışsa, pozisyon değişikliği ile artan azalan sertleşme varsa, organik nedenler düşünülmelidir.

Spontan sertleşmeler oluyorsa, sabah sertleşmeleri, mastürbasyon sırasında sertleşme, başka partnerle sertleşme oluyorsa, organisite faktöründen uzaklaşılır.

Tedavi
Sertleşme bozukluğunun tedavisi  nedene bağlı olarak değişmektedir . Eğer bedensel bir hastalık söz konusuysa, herhangi bir psikiyatrik hastalığa bağlı  ortaya çıkmışsa  öncelikle bu hastalıklar  tedavi edilmelidir. Eşle ilgili iletişim ve ilişki sorunlarına bağlı olarak ortaya çıkmışsa öncelikle evlilik tedavisi uygulanmalıdır.

Organik nedenler söz konusu olduğunda, fosfodiesteraz tip 5 inhibitörleri, transuretral ilaç uygulaması, intrakavernöz enjeksiyon ve vakum cihazı tedavide kullanılmaktadır. Sertleşme bozukluğunun sebebi organik de olsa zaman içinde bu kişilerde psikolojik sorunlar  eklendiğinden mutlaka psikolojik destek de verilmelidir.

Psikojenik nedenler varsa cinsel terapi uygulanmaktadır. tedavi 1-4 ay sürmektedir, eğer partneri varsa partneriyle birlikte ortalama haftada bir olarak cinsel tedavi  uygulanmaktadır, çift tedavisinde tedavi başarısı daha yüksektir.

 

Kaynak:CETAD

KİŞİLİK ve KİŞİLİK BOZUKLUKLARI

Kişiliğimiz genel olarak davranışlarımıza egemen olan genetik yapımızı, aile ve sosyal çevremizden öğrendiklerimizi kapsayan, algılama, düşünme, başa çıkma davranışlarımızı anlatan bir kavramdır. Tanımındaki pek çok farklı etkenin bir araya gelmesiyle ortaya çıkan bir kavram olması yani doğası gereği hepimizin farklı bir kişiliği var. Kişiliğimiz bizi koruyan ve topluma uyumlu bireyler haline getiren özellikler gösterebildiği gibi bazılarında yıkıcı, uyumsuz ve kişinin aleyhine bir yapılanma da gösterebiliyor. İşte böyle bir durumda kişilik özelliklerinden değil kişilik bozukluklarından bahsediyoruz. Kişilik bozukluklarını tek tek ele almadan önce benzer özellikler gösteren patolojik olmayan kişiliklere bakalım. Kişilik özellikleriyle ilgili pek çok bakış açısı ve sınıflama yapılmıştır.  Bunlardan en yaygın kullanılanı ‘A Tipi’ ve ‘B Tipi’ özellikler gösteren kişilik sınıflamasıdır.

A TİPİ KİŞİLİKLER

Bu kişilik özelliklerine sahip bireyler başarılı, birçok şeyi aynı anda yapabilen, zamanla yarışan, işinde ve özel yaşamında kontrolü bırakamayan, sürekli hareket halinde ve hızlı konuşan hareket eden, sabırsız, güzel şeyleri fark edemeyecek kadar meşgul olan ya da meşguliyet bulan, sıklıkla el kol hareketleri yapan, öfkeli, tahammülü düşük özellikler gösterirler. Çok çalıştıkları ve başarılı yönelimli oldukları için rekabetçidirler de. Bu kişilik özelliklerine sahip bireylerin kalp hastalıkları ve genel sağlık sorunlarına açık olduğu pek çok çalışmada ortaya konulmuştur.

B TİPİ KİŞİLİKLER

Genellikle toplumda sakin bireyler olarak tanımlanan kişileri görüyoruz bu grupta. Daha rahat, daha az rekabetçi, daha az yıkıcı davranış gösterirler. Elbette stres yaşarlar ancak strese verilen reaksiyonlarda daha az zorlanır ve paniğe kapılırlar. İşlerini yavaş ve sistemli yaparlar, genellikle hallerinden memnun, çok göze batmak istemeyen, sabırlı, ağır kanlı insanlardır. Sıklıkla sorumluluklarını gecikmeli yaparlar ve gecikmeler karşısında da sinirlenmezler.

Pek çok farklı kişilik özelliklerine sahibiz ve kişiliğimiz bizleri topluma, çevreye ve mesleğe uyumlu insanlar kılabiliyorken bazı kişilikle ilgili rahatsızlıklar da tam tersi yıkıcı, uyumsuz ve kendimiz için bile büyük sorun haline getiriyor. Yani kişiliğimiz hastalanıyor ve ‘Kişilik bozukluları’ ortaya çıkıyor. Neyse ki kişilik bozuklukları genele oranla çok daha az karşılaştığımız durumlar. Zira çok yaygın olmaları toplum barışını mümkün kılmazdı.  Kişilik bozukluklarında kalıtsallık, ailenin toplumsal konumu, aile üyelerinin geçirdiği hastalıklar, aile üyelerinin birbirlerine tutum ve davranışları, fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddete maruz kalma önemli rol oynamaktadır.  Şimdi Amerikan Psikiyatri Birliğinin DSM IV sınıflamasında yer aldığı haliyle kişilik bozukluklarının özelliklerini gözden geçirelim.

 

 

PARANOİD KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Bozukluğun en temel özelliği, başkalarının davranışlarını yersiz biçimde kötü niyetli olarak yorumlayıp sürekli bir güvensizlik içinde olmalarıdır. Toplumda yaygınlık oranının %0,5-2,5 olduğu tahmin edilmektedir. Yeterli kanıt göstermeksizin başkalarının kendisine zarar verdiğini, sömürdüğü, aldattığını düşünür. Kendisine yakın insanların güvenilirliklerini sorgular ve kuşkularının gerçekliğini ortaya çıkarmak için efor harcar. Söylediklerinin kendisine karşı kullanılacağını düşündüğü için başkalarına sır vermez. Başkalarını söz ve davranışlarında gizli anlamlar arar. Çevresindekilerin davranışlarını olumsuz yorumlaması neticesinde bu söz ve davranışları kendi saygınlığına bir saldırı olarak algıladığında kırıcı, öfkeli hatta saldırgan tepkiler veriri. Sevgili ya da eşlerinin sadakatinden kuşkulanır ve kıskançlıklarıyla onlara yaşamı dar ederler.

 

ŞİZOTİPAL KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Temel özelliği farklı koşullarda ortaya çıkan, zihinsel ya da algısal çarpıklıklarla olağan dışı davranışlar göstermeleridir. Toplumsal ve kişiler arası ilişkilerde bozulma, tuhaf görünüş ve düşünme biçimleriyle dikkat çekerler. Toplumda görülme sıklığı %3 civarındadır. Davranış ve düşüncelerinde garip, büyüsel, tuhaflıklar vardır. Altıncı his, telepati, gaipten haber verme gibi inanışları vardır. Hezeyan boyutunda olmamakla birlikte değiştirilmeye dirençli inançları vardır. Kuşkuculuk özellikleri nedeniyle güvende hissetmedikleri ortamlarda ve tanıdık olamayan kimselerin yanında rahatsızlık duyarlar. Olağan dışı algısal yaşantıları nedeniyle garip giyimleri, kendi kendine konuşmaları, uygunsuz davranışları olabilir. Yoğun stres altında gerçeği değerlendirmeleri bozularak psikotik özellikler gösterebilirler. İlişkilerinde çok yakın ya da çok uzak olabilirler. Çok yakınlarının dışında pek arkadaş ya da sosyal çevreleri yoktur.

 

ŞİZOİD KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Bu kişilerin en temel özellikleri; kişiler arası ve toplumsal ilişkilerinin zayıf olması ve başkalarının yanında duygularını ifade etmekten kaçınmalarıdır. Sıklıkla genç erişkinlik döneminde başlamaktadır. Görülme sıklığı ile ilgili araştırmalar yetersizdir çünkü, klinik başvuruları oldukça azdır. Ve tedaviye en çok direnen kişilik yapılarından biridir. Farklı durumlarda ortaya çıkan sürekli kayıtsızlık, duygusal tepkilerde kısıtlılık ve duyarsızlık hakimdir. Benzer şekilde başkalarının övgü, yakınlaşma çabalarına ve eleştirilerine de kayıtsızlık gösterirler. Aile üyeleri dahil olmak üzere yakın ilişkilerden hoşlanmaz, zevk almaz ve istemezler. Genellikle tek başlarına etkinlikte bulunmayı tercih ederler, kendi dünyalarında tek düze bir duygulanımdadırlar. Öfke, sevinç, korku gibi duyguları hissetseler bile belli etmezler. Yakın arkadaşı ya yoktur ya da tek bir kişidir. Onjunla da arakadaşlığını dostluk düzeyinde yaşayabilmesi zordur.

 

 

       ANTİSOSYAL KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Toplumda erkeklerde %3 kadınlarda %1 sıklıkta görülen antisosyal kişilik bozukluğu devam eden ve yıkıcı bir biçiMde kendisinden başkasının haklarını tanımama ve başka insanların haklarını çiğneme davranışının esas olduğu bir bozukluktur. Sosyopat ve psikopat gibi tanımlarda bu bozukluk için sıklıkla kullanılmaktadır. Ergenlik döneminde görülen bazı davranış bozuklukları antisosyal özelliklerle uyumlu gibi görünse de bu tanının konabilmesi kişinin 18 yaşını aşmış olması gerekmektedir. Antisosyal kişilik bozukluğu olanlar sorumsuz ve toplum karşıtı tavırlarıyla bilinirler. Davranışları dürtüseldir, yineleyen kavga, sinirlilik saldırganlık, adli suç da işleyebilecek düzeyde tekrarlayan yasa dışı eylemlerde bulunabilirler. En önmeli özellikleri saldırganca olan bu davranışlarından ötürü vicdan azabı çekmezler. Başkalarına verdikleri zarar karşısında ilgisiz, kayıtsız kalırlar, yaptıklarına kendilerince mantıklı açıklamalar getirmeye çalışırlar. Yalan söyleme, kendi çıkarları için başkalarını kullanma, aldatma eğilimleri yüksektir. Hayatta bir hedefleri ve planları yoktur. Kişilik ve yaşama hakkına saygı göstermeyen, potansiyel suç işleme eğilimi olan insanlardır.

 

BORDERLİNE (SINIRDA) KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Sınırda kişilik bozukluğuna sahip insanlar kimlik duygusunda ve kişiler arası ilişkilerde tutarsızlık yaşamalarıyla karakterizedirler. Dürtülerini kontrol etmekte zorlanırlar. Toplumda %2-3 sıklıkta borderline kişilik bozukluğu görülür. Kadınlarda erkeklerden 3 kat daha fazladır. Kaybetmekten ret edilmekten, terk edilmekten kaçınırlar. Sürekli bir boşluk duygusu hakimdir. İlişkilerinde ya en diplerde ya en yüksekte duygulanım gösterirler. Tutarsız ve gergindirler. Kendine zarar verme olasılığı yüksek davranışlar gösterirler. (Madde kullanımı, cinsellik, tehlikeli araç kullanmak, tıkınırcasına yemek yemek gibi…)  Yineleyen intihar davranışları, girişim ve tehditleri vardır. Uygunsuz öfkelenme ve öfkelerini denetlemekte güçlük çekerler. Benlik algıları, arkadaş ilişkilerinde yakınlık, seçimleri sürekli değişkenlik gösterir. Yoğun stres altında gelip geçici psikotik belirti sergileyebilirler.

 

 

HİSTRİONİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Histirionik kişilik bozukluğunun en temel özelliği hemen her alanda aşırı bir duygusallık gösterme ve ilgi çekme ihtiyacı içinde olmalarıdır. Erişkinlik döneminde başlayan sürekli beğenilme, övülme, güvenilme ihtiyacını gösterirler ve beklerler. İlgi odağı olmadıkları durumlardan rahatsız olurlar. Görünüşleri ve davranışları cinsel yönden baştan çıkarıcıdır. Hızlı değişen ve yüzeysel bir duygulanım gösterirler. Duyguları çok kolay değişir, gülerken ağlamaya, ağlarken gülmeye başlayabilirler. Başkalarını etkilemeye yönelik yapmacık davranışlar sergilerler. Telkine yatkındırlar, ilgilenildiğini hissettikleri durumlarda başkalarından kolayca etkilenirler. İnsanlarla ilişkilerinde hızla yakınlaşan, yakın ilişki kurulması gerektiğine inanan insanlardır.

 

NARSİSTİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Narsistik kişilik bozukluğu, erken erişkin döneminde başlayan kendisine hayranlık duyulması ihtiyacı ve başkalarının duygularını anlamaktaki yetersizlikle karakterize davranışlarda ve düşlemlerde (fantazilerde) ortaya çıkan büyüklük duygularının hakim olduğu bir bozukluktur. Bu kişiler kendisini başkasının yerine koymakta ve ilişki kurduğu insanları anlamakta aşırı duyarlılık gösterirler. Genel popülasyonda görülme sıklığı %2-6 dır. Kendilerinin çok önemli olduğu duygusu taşıyıp, yeterli bir başarı göstermemelerine rağmen üstün biri olarak kabul edilmeyi beklerler. Kendisine yapılan eleştirilere öfke, aşağılanmış ve utanç duygularıyla karşılık verirler. Sınırsız başarı, güç, zeka, güzellik ve kusursuzluk üzerine kafa yorarlar. Sürekli, ilgi, sevgi, ve saygı görmeyi beklerler. Kendisinde hak gördüğü için kendisini ancak üstün insanların anlayabileceği, ve ancak üst düzeydeki insanlarla anlaşabileceklerini düşünürler. Küçümseyici ve kıskançtırlar. Kendi çıkarları için başkalarının zayıf yanlarını kullanır hak ettiklerini düşündükleri şeyler için karşısındaki zor durumda bırakabilirler. Kendi üstünlükleri nedeniyle herhangi bir tedavi yaklaşımını ancak kendileri uygun görürse alabilirler.

 

       ÇEKİNGEN KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Bu kişilik bozukluğu, yetersizlik duyguları ve eleştiri yada olumsuzluğa karşı insanın toplumsal ilişkilerinden uzak durması ve sosyal ketlenme ile karakterizedir. Toplumda %0,5-1 oranında görülür. Toplumsal ilişkilerden uzak durmasının nedeni, şizoidlerde olduğu gibi isteksizlik olmayıp tam tersine böyle ilişkileri istediği halde bir türlü buna cesaret edememesidir. Eleştirilecek, istenmeyecek ya da dışlanacağı korkusuyla kişiler arası etkileşime girmekten kaçınırlar. Eleştiri veya kabul görmeme durumunda kolayca incinebilirler. Birinci derecede akrabaları dışında arkadaşları yoktur ya da bir kişidir , bu kişi ile de yakın ilişki kurmakta güçlük çekerler. Kendilerini yetersiz ya da başkalarından aşağı görürler. Çok hakim oldukları bir konuda bile söz alamazlar, tutukluk yaşarlar. Bu nedenle bazı toplumsal ve mesleki etkinliklere katılmayı reddeder. Başkalarının yanında yanlış bir şey söyleyeceğinden, yüzünün kızaracağından, çok fazla sıkıntıya gireceğinden korkar ve toplumsal etkinliklere katılmak yeni insanlarla tanışmak istemezler.

 

BAĞIMLI KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Temel özelliği, erken erişkinlik döneminde başlayan ayrılma, terk edilme korkusuyla bağımlı ve boyun eğici tutumlar gösteren bir kişilik yapısıyla karakterizedir. Psikiyatri kliniklerinde en sık karşılaşılan kişilik yapılanmasıdır. Ama sıklıkla bağımlı kişilik özellikleri nedeniyle değil de bunun sonucu olan yakınmalarla başvururlar. Başkalarından yeterince öğüt ya da destek almazlarsa günlük yaşam faaliyetlerinde bile karar alamazlar. Bağımlı kişilik bozukluğu olan kimseler, başkalarının öğüdü veya desteği olmaksızın gündelik kararlarını veremezler. Önemli kararlarını onların yerine başkaları verir. Başkaları onun için çok önemlidir, onların hatalı düşündüklerine inandığı zaman bile, dışlanacağı korkusuyla aynı düşünceyi paylaştığını söyler. Hatta sıklıkla başkalarının görünüşü onaylayıcı tutum sergiler.  Başkalarının kendisini sevmelerini sağlamak, bakım ve desteğini almak için hoş olmayan veya küçük düşürücü şeyleri yapabilecek kadar ileriye gidebilir. Tek başlarına çaresiz hissettikleri için yakın arkadaşları onu terk ettiğinde yaşamla başa çıkamayacağını düşündüğü için korku yaşar. Yakın ilişkileri sonlandığında hemen başka bir ilişki arayışına girer.

 

OBSESİF-KOMPULSİF KİŞİLİK BOZUKLUĞU (OKKB)

Bu kişilik bozukluğunun karakteristik özellikleri erken erişkinlik döneminden itibaren kusursuz, mükemmeliyetçi, ve katı bir kişilik örüntüsü göstermesidir. Toplumda %1 sıklıkta görülür. Düzen, zihinsel ve kişiler arası ilişkilerde kontrollü olmak üzerine kafa yorarlar. Yaptıkları işlerde asıl amacı unutacak kadar detaylarla uğraşır, kurallar, listeler, programlar üzerinde detaylarda boğulurlar. Bu da işin bitmesini güçleştirir. En doğrusunu kendisinin yapacağına inandığı için iş paylaşımında bulunamaz ya da görev verdiği insanları da sürekli denetleme ihtiyacı duyar. Tam bir ahlak ve değer düşkünüdür. Vicdanının sesini dinle kuralları esnetemez. Duygusal anlatımı kısıtlı, eskiyen eşyalarını elden çıkarmakta zorlanan, hediyeleşemeyen para konularında cimridirler.

 

PASİF-AGRESİF KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Pasif-agresif kişilik bozukluğuna sahip bireylerin en temel özellikleri erken erişkin döneminden itibaren toplumsal ve mesleki yeterlilik göstermesi için kendisinden istenilenlere pasif bir direnç gösteriyor oluşlarıdır. Net bir şeklide yapmak istediklerine hayır demezler ama o işi her işi sürüncemede bırakır hatta hiçbir işi zamanında yetiştiremezler. İstemediği durumlarda tartışmaya girer, uzatır, kızar, küserler. Kasıtlı olarak yavaş ve kötü çalışıyor gibi görünür. Unuttuğunu öne sürerek yükümlülükleri yerine getirmez. Yetkili durumdaki kişileri anlamsız yere eleştirir veya küçümser. Gurup çalışmalarında kendi payına düşen bölümü yapmaz. Tüm bunlara rağmen işleri en iyi kendisinin yaptığını düşünür.

EŞLER ARASI İLETİŞİM VE İLETİŞİMSİZLİK

İletişim, bir bilginin, haberin, duygu ya da düşüncelerin söz, işaret veya hareket yoluyla aktarılmasıdır. İletişim için en az 2 taraflı bir kaynak olması gerekir. Yani taraflar arasında alınması ve verilmesi gerekir. Her yeni bir bilgi alan kişide bir değişim anlamına gelir. İnsanın olduğu her alanda iletişim mutlaka vardır. Çünkü sözel olmasa bile mimik, duruş, ses tonu da bir iletişim biçimidir. Kişiler arası iletişim açık, maskeli, dolaylı, dolaysız, kabullenici, ret edici şekilde olabilir. Ailenin temel gereksinimleri için mutlak iletişim ihtiyacı vardır. Çünkü aile bireylerinin duygusal gereksinimini karşılamak, duyguların karşılıklı aktarımını yapmak ve bağlanmanın sağlanabilmesi için iletişime ihtiyacı vardır.

Aile içi iletişimler çoğu zaman gündelik konularla ilgilidir. Ve iletişim küçük adımlardan oluşur. ‘Seninle bağ kurmak istiyorum, seninle yatışmam lazım’ anlamına gelen bu adımlar söz, bakış, vücut dili ile ifade edilir. Eş tarafından olumlu yanıt alınan ilişkilerin daha kalıcı olduğu görülmektedir. Boşanan çiftlerde ise kadınların yarısının eşinin adımlarına karşı meşgul gibi davranması, erkeklerin tamamına yakınının karısının adımlarını görmezden geldiği saptanmıştır. Çiftler çoğu zaman gündelik konulardan bahsettikleri için aralarındaki iletişimde konunun öneminden ziyade karşıdakinin attığı adımlara yanıt verme biçimi önemlidir. Her iki taraf içinde fikirlerinin, anlayışlarının, çabalarının karşıdaki için değerli bulunduğunu, takdir edildiğini bilmeye ihtiyacı vardır.

Eşlerden birisi iletişim için adım attığında diğer taraf ilgi göstermek, dikkatle dinlemek şeklinde olumlu bir tepki, itiraz etmek, alay etmek şeklinde eleştirel ya da tartışmacı bir tepki son olarak ta meşgul görünmek, yok saymak, ilgisiz bir şey söylemek gibi uzak durucu bir tepki veriri. Her 3 tepki de karşıdaki kişide duygusal bir yanıtın oluşmasını sağlayacaktır. Olumsuz ya da uzak durucu tepki iletişimin bozulmasına neden olsa da tamamen kesilmesinden daha iyidir. Çünkü iletişim kesildiği an problemlerin çözümü için yapacak bir şey kalmamıştır. Olumlu yanıt veren çiftlerde ise ortaya çıkan iyi duygular biriktirilir ve bir gün bir sorunla karşılaşıldığında kullanılacak bir depo işlevi görür.

 

 

 

Evlilikte sıklıkla görülen 10 iletişim hatası:

  • Tarafların birbirlerinde olumsuz olan yönlere odaklanmaları, yıkıcı eleştiriler.
  • Genelleme: basit bir günlük olayda dahi kişiliğine yönelik yargılayıcı, davranışı genelleyici bir tutum.
  • Akıl okuma: Eşlerin kendilerine söylenenin arkasındaki gizli niyeti yakalama eğilimi göstermesi
  • Sürekli geçmiş yaşantıların gündeme getirilmesi
  • Kendini haklı, eşini haksız duruma sokmak için çaba sarf etme
  • Kendi davranışları ile ilgili sorumluluk almayıp, karşı tarafa yükleme
  • Dolaylı ifadeler.
  • Duygusal tepkilere kapıları kapatarak sürekli mantıklı bir açıklama getirme çabası
  • Ses yükseltme
  • Karşı tarafı kendi doğrularına göre düzeltme çabası

 

İletişim hatalarının düzeltilmesi önerileri:

  • Yıkıcı eleştirilerin yapıcıya dönüştürülmesi. Sen ile başlayan cümleler yerine ‘Ben’ dilinin kullanılması. Böylece karşı tarafın niyetiyle ilgili bir yorum yapılmadan, eleştirilmeden kişi kendi duygularını dile getirmiş olur. Genel bir anlatım ve eleştiri yerine belirli bir davranış biçimine yönelik özgül bir anlatım tercih edilmiş olur.
  • Genelleme yerine o duruma özgül ifadelerin tercih edilmesi. Beni her zaman aşağılıyorsun yerine, bugün arkadaşlarımın yanında söylediklerin beni mahcup etti.
  • Kendi davranışlarına ilişkin sorumluluk alınmasının sağlanması. ‘Senin yüzünden sinirleniyorum, beni delirtiyorsun’ yerine ‘bazen öfkemi kontrol edemiyorum’
  • Mantıksal tartışmalar yerine, duyguların ifade edilmesi. ‘Senin söylediklerin aklıma yatmasa da senin için yapabilirim / deneyebilirim.
  • Olumlu davranışları görme ve bugüne odaklanma. ‘Keşke bunu daha önce yapsaydın’ yerine, ‘daha önce yapmadığın davranışları bugün yapıyor olman beni mutlu ediyor.’

DİKKAT EKSİKLİĞİ VE HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU

Dikkat eksikliği ve hiperaktive bozukluğu (DEHB) çocukluk çağı ve ergenlerde sık görülen psikiyatrik tablolardan biridir. İlk tanımlanması 18. Yüzyılda yapılmış (Bad Children) klinik sınıflandırmaya ise 1968 yılında girmiştir. Dikkat sorunları, dürtü kontrolünde zayıflık ve motor aktivitede artmanın olduğu   davranışları kapsamaktadır. Dikkatsizlik, dürtüsellik ve hiperaktivite belirtilerinin olması (toplam 14 belirtiden en az 8 tanesinin varlığı), 7 yaşından önce başlaması ve en az 6 ay sürmesi ile tanı konur. Dikkatsizliğin ön planda olduğu tip ya da hiperaktivite ve dürtüselliğin ön planda olduğu tip olarak alt gruplara ayrılabilir. Aşırı hareketliliğin olduğu tip erkeklerde daha fazla sıklıkta iken, dikkatsizliğin önde olduğu tip kızlarda daha fazla karşımıza çıkmaktadır. Belirtiler:

  • Dikkatsizlik
  • Çoğu zaman dikkatini ayrıntılara vermez, ödevlerinde ya da etkinliklerde dikkatsizce hatalar yapar.
  • Çoğu zaman üzerine aldığı görevlerde ya da oynadığı oyunlarda dikkati dağılır.
  • Doğrudan kendisiyle konuşulduğunda bile dinlemiyormuş gibi görünür.
  • Çoğu zaman verilen yönergeleri izleyemez, okul ödevlerini tamamlayamaz.
  • Üzerine aldığı görevleri ve etkinlikleri düzenlemede zorluk çeker.
  • Sürekli zihinsel çaba gerektiren görevlerden kaçınır, bunları sevmez ya da bunlarda yer almada isteksizdir.
  • Çoğu zaman eşyalarını kaybeder.
  • Dikkati dış uyaranlarla kolayca dağılır.
  • Günlük etkinliklerinde çoğu zaman unutkandır.

 

 

  • Hiperaktivite
  • Çoğu zaman elleri ayakları kıpır kıpırdır.
  • Sınıfta ya da oturması gereken durumlarda oturduğu yerden kalkar.
  • Uygunsız olan durumlarda koşuşturup durur ya da tırmanır.
  • Dakin biçimde boş zamanlarını geçirme etkinliklerine katılma ya da oyun oynama zorluğu vardır.
  • Çoğu zaman hareket halindedir ya da bir motor tarafından sürülüyormuş gibi davranır.
  • Çoğu zaman çok konuşur.

 

  • Dürtüsellik
  • Sorulan soru tamamlanmadan önce cevabını acelece verir.
  • Sırasını bekleme güçlüğü vardır.
  • Çoğu zaman başkalarının sözünü keser ya da yaptıklarının arasına girer.

 

 

Çocuklukta %3-7 arasında görülmektedir. Bu dönemde var olan nöropsikolojik sorunların kaybolmadığı bilinmektedir. Belirtiler farklılık göstermekle birlikte %30-70 ergenlik ve erişkinlik dönemlerinde de belirgin zorluklar yaşamaktadırlar. Erişkinlerde DEHB yaygınlığının % 4 lerde olduğu bildirilmektedir.  Çocukluktaki amaçsız kıpır kıpırlık erişkinde amaç uğruna aşırı harekete dönüşür. Erişkinlerin genellikle hareketli işlerle ilgilendiği belirtilerle baş edebilecek düzeyde hayatlarını düzenleyebildikleri görülür. Yaşam tarzı ve beklentilerini ayarlayıp dengeleyici stratejiler geliştirerek hastalığın olumsuz etkilerini en aza indirgeyebildikleri görülmüştür. Yine de seçici dikkat, dikkatin sürdürülmesi ve yanıtın baskılanmasını ölçen testlerde normal kontrollere göre düşük performans sergiledikleri saptanmıştır.

DEHB ye neden olan faktörler kesin olarak ortaya konamamış olmasına rağmen hastalığın oluşmasında nörolojik ve genetik etkenler olduğu ve genetik temeli destekleyen çok sayıda bulgu varlığı bilinmektedir. 1. derece akrabalarında DEHB tanısı olanlarda risk 5 kat daha fazladır.